Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Keşke O Kabrin Sahibi Ben Olsaydım

Her bir sahabe hayatımıza anlam ve renk katan bir güzelliğe sahiptir. Bu sahabe içinde kimileri öne geçip tarih sayfalarında değerli yerleri alıp her daim konuşulurken kimileride aynı kitapların son sayfalarında yer alıp kimilerince bilinmemekte ya da unutulmaktadır. Tabi ki bu durum onların faziletini azaltamaz bilakis daha da artırır. İşte böyle bir sahabeyi gündemimize alacağız. Bu sahabemiz Abdullah Zulbicadeyn…

Medine’li sahabemiz yetim ve fakir olarak büyüdü. Babası ölmüş geride bir mal bırakmamıştı. Amcası bakımını üzerine almıştı. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine’ye geldiğinde İslam’a istek duymaya başladı ancak amcası dolayısıyla buna güç yetiremiyordu. Böylece seneler geçti.

Bir gün amcasına şöyle dedi: “Amca, senin Müslüman olmanı bekledim ama buna isteğinin olduğunu göremedim. Bana izin verde ben Müslüman olayım. Amcası şöyle cevap verdi: “Vallahi eğer Muhammed’e tabi olursan sana verdiğim herşeyi geri alırım hiçbir şey bırakmam, hatta üzerindeki elbiseni bile!” Abdullah şöyle karşılık verdi: “Vallahi ben Muhammed’e tabi oluyorum ve taşlara ibadet etmeyi bırakıyorum. İşte elimdekiler hepsini al!” bunun üzerine amcası üzerindeki izarına varıncaya kadar herşeyini aldı.

Annesinin yanına geldi, ona bicad denilen kalın bir kumaştan iki parça kesti, onları giyindi ve Medine’ye  doğru  yol aldı. Kendisi Varkan Dağında bulunmaktaydı ve sabaha doğru ancak Rasululllah’ın mescidine varmıştı. Allah Rasulü sabah olunca mescidde bulunanları kontrol ederdi. Onu görünce ‘sen kimsin’? Dedi. Adının Abdul Uzza olduğunu söyleyince, “senin adın Abdullah Zulbicadeyn olsun  diye” buyurdu. (Sıfatu’s Safve)

Önce kalbi daha sonra ismi değişen Abdullah gibilerinin halini en iyi anlatacak ayet; “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu!” (En’am;122) her halde bu olsa gerektir. Ki Abdullah yakaladığı nimeti kaybetmeme adına Allah Rasulünün yanından hiç ayrılmıyordu. Allah Rasulüde bir yerde ondan evvab diye başka bir yerde de evvah diye bahsederek ona şerefli bir madalya takmıştı.

Hele hayatına bu anlam yüklenen bu yiğidin ölümünü gelin Abdullah ibni Mesud (r.anh)’tan dinleyelim;

Zulbicadeyn,Tebük savaşına mücahid olarak çıktı. Allah Rasulünden şehid olması için dua talebinde bulundu. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kolundan tuttu ve: “Allah’ım onun kanını kafirlere haram kıl” deyince, Abdullah; “isteğim bu değildi dedi.”  Allah Rasulü: “Sen Allah yolunda savaş için çıktığında hastalığa yakalanıp ölsen de, bineğinden düşüp ölsen de şehitsin” dedi.

Tebük’te savaş yaşanmayacağını Rasululah biliyordu da bundan dolayı mı Abdullah için bu sözleri söylemişti bilemem ama İbni Mesud’un ifadesine göre Rasulullah’la beraber Tebük’teydik. Gecenin ortasında kalktım. Karargâhta bir ateş gördüm ve ne olduğuna bakmak için oraya doğru gittim. Orada Allah Rasulü, Ebu Bekir ve Ömer (r.anhum) vardı. Zulbicadeyn ölmüştü. Onun için bir kabir kazdılar, Rasulullah kabre girdi ve “kardeşinizi uzatın” dedi. Ona doğru uzattılar. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onu kabre koyduktan sonra “Allah’ım ben ondan razı oldum, Sen de razı ol” dedi. İbni Mesud: “KEŞKE O KABRİN SAHİBİ BEN OLSAYDIM dedi.

Allahu Ekber! Zulbicadeyn’in ölümünün güzelliğine mi gıpta edelim yoksa İbni Mesud’un arzu ettiği şeye mi? Allah’a hamdolsun ki selefimizin her bir bireyi çok şerefli bir yapıya sahip. Hiçbir davanın sahip olamadığı ve olamayacağı fertleri barındıran bir ailenin mensubuyuz. Bu yeryüzünün yıldızları hem kalplerimizi hem bedenlerimizi hem de zihinlerimizi aydınlatmayı ne kadar da hak etmektedirler. Tarih sayfalarına yaydıkları güzel koku gönül bahçemizi ferahlatmıştır ki bu hoş koku onların ahlakıdır.

  İbni Kayyım’ın Fevaid isimli kitabında naklettiği bir olay sahabeyi ne güzel de tanımlıyor;

Bir adam zahid birine nasihatta bulunmasını ister. Zahid şu şekilde nasihat eder: “ Dünyayı onun ehline bırak, aynen onların ahireti ehline bıraktıkları gibi. Dünya da bir arı gibi ol. O, yediğinde güzel bir şey yer ve ürettiği de güzel bir şeydir. Bir şeyin üzerine konduğunda ona zarar vermez.”

Allah-Subhanehu ve Teala- bütün sahabelerden ve onların sadık takipçilerinden razı olsun. Amin.

Yusuf YILMAZ

Show CommentsClose Comments

Leave a comment