Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Sabır Ağacının Gölgesine Sığınmak

Ebu Said Sa’d ibni Mâlik ibni Sinan el-Hudri radıyallahu anhuma’dan nakledildiğine göre, Medineli Müslümanlardan bir kısmı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle hitap etti:

“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır.  Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”[1]

Tarihen sabit bir gerçektir ki Hz. Peygamber, Müslümanların yegâne sığınağı idi. Başı sıkışan, bunalan, aç kalan, herhangi bir meselesi olan hep ona koşar, ondan medet umardı. Efendimiz de Müslümanların meselelerini çözmekten asla kaçınmaz, maddi manevi çareler bulurdu. Hadiste görüldüğü gibi onun, elinde avucunda bulunan her şeyi verdiği zamanlar da olurdu. Ancak Müslümanların ihtiyaçları büyüktü. Onlar yine istemeye devam edince de “Elimde verecek bir şey olsa, onu sizden asla esirgemezdim” diye durumu açıklardı.[2]

Cabir ibni Abdullah radıyallahu anhuma’nın bildirdiğine göre;

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şey istendiğinde hayır dediği vaki değildir.”[3]

Süfyan b. Uyeyne’nin naklettiğine göre ise;

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında verecek bir şeyi olmadığı zaman eline geçtiğinde vereceğine dair vaatte bulunurdu.”[4]

Bir gün muhtaç bir kimse Efendimize gelerek bir şeyler ister. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Yanımda sana verebileceğim bir şey yok. Git, benim namıma al, mal gelince öderim” buyurur. Efendimizin sıkıntıya girmesine gönlü razı olmayan Ömer b. Hattab radıyallahu anh “Ey Allah’ın Rasûlü! Yanında var ise verirsin. Yoksa Allah seni gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır” deyince Peygamberimizin mübarek çehresi bir anda soldu. Bunu fark eden ensardan bir adam “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Ver. Arşın sahibi azaltır diye korkma” diyerek Efendimizin tebessüm etmesine vesile olmuştur. Daha sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem “Ben de bunla emrolundum” buyurarak mevzuya son noktayı koymuştur.[5]

Elinde bulunanı dağıtmaktan çekinmemiş, elinde olmadığı zaman ise Müslümanların ihtiyaçlarını üzerine almaktan korkmamıştır. Onun bu cömertliği karşısında kalpler ona meyletmiş aynı zamanda müşriklerin iman etmesine vesile olmuştur.

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan b. Ümeyye, Müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazalarında Efendimizin yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını teftiş ederken Safvan’ın kalabalık hayvan sürülerine büyük bir hayranlıkla baktığını gören Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem:

–Pek mi hoşuna gitti? diye sordu. “Evet” cevabını alınca:

–Al hepsi senin olsun! buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:

–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalp bu derece cömert olamaz!” diyerek şehadet getirdi ve Müslüman oldu. Kabilesine dönünce de:

–Ey kavmim! (Koşun,) Müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor.” dedi.[6]

Allah Rasûlü bu cömertliği ile birlikte Müslümanları bilgilendirmek ve eğitmek maksadıyla dilenerek, isteyerek ihtiyaç gidermenin bir yolu olsa bile, asıl tavrın, kimseye ihtiyaç arz etmemek, yüz suyu dökmemek olduğunu; böyle davrananları Allah’ın başkalarına muhtaç etmeyeceğini hatırlatırdı.  

Herkesin, ihtiyacını kendi içinde frenlemesi gerektiğini anlatırdı. Sabretmenin, yokluğa, sıkıntıya göğüs germenin insanı daha güçlü kılacağını açıklardı. Sabrın, âdeta kendi kendini yenileyen bir özellik olduğunu öğretirdi. “Kim sabretmek için gayret sarf ederse, Allah ona sabır verir” beyanı, sabrı temin eden gücün yine bizzat sabır olduğunu anlatmaktadır.

Unutulmamalıdır ki istemekle de giderilemeyecek ihtiyaçlar olabilir.  Göz ve gönül tokluğu, başkalarının yardımıyla bir şeylere kavuşmaktan çok daha sağlıklı ve şerefli bir yoldur. Mümine de bu yakışır. Bu sebeple olacaktır ki Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hadisin son kısmında kesin bir gerçeğe dikkat çekmiştir: “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve engin bir lütufta bulunulmamıştır.”

Her ikramın bir sonu, bir sınırı vardır. Ancak sabır öyle bir nimet ve ikramdır ki hayatın her safhasını kucaklar ve her türlü şartta sahibinin izzet ve şerefini korumasını sağlar. Hakikaten de insanı merde, namerde el-avuç açmaktan müstağni kılan sabır, en büyük ve en etkin bir nimet ve ilahî bir lütuftur.

Sabretmesini bilmeyen kişi varlıklı da olsa, yoksul da olsa daima rahatsızdır, doyumsuz ve tatminsizdir. Her zaman açtır. Ancak sabır sayesinde insan kendi kendisini frenlemeyi   başarabilir. Hem yokluğun hem varlığın hem acının hem neşenin hem belânın hem nimetin tehlikesine karşı müminin en güvenli kalkanı sabırdır.[7]

Nitekim Nebevi terbiyeden geçmiş olan hadisimizin ravisi Ebu Said el Hudri radıyallahu anh’ın yaşamış olduğu bir olay anlatılan şeyleri haklı çıkartacak niteliktedir.

Ebu Said radıyallahu anh’ın babası fakir birisiydi. Kıt kanaat geçinebiliyorlardı.  Babası Malik, Uhud’da şehit olunca zaruret içerisinde kalmışlardı. Bir gün annesi onu bir şeyler istemek için Ra­sû­lul­lah’a gönderdi. Ebu Said başlan­gıçta buna razı olmamıştı ama annesinin ısrarlarına daha fazla dayanamadı. Peygamberimizin huzur-u saadetlerine gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o sırada şöyle bir hutbe irat ediyordu:

“Ey iman edenler! Artık sizin için iffet ve başkalarından bir şey istememe za­manı gelmiştir. İffetli yaşayana Allah verir. İstiğna göstereni (gözü tok olanı) Allah zengin eder. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki kişiye sa­bırdan daha geniş bir rızık verilmemiştir. Mutlaka benden isterseniz, ben ancak bende olanı veririm.”

Peygamberimizin bu hutbesinin sebebi, bazılarının ısrarla kendisinden bir şeyler istemiş olmasıydı. Ebu Said, Rasû­lul­lah’ın bu sözlerini duyduktan sonra istemekten vazgeçti. Annesine gelip durumu bildirdi. Kendisi bundan sonraki halini şöyle an­latır:

“Rasû­lul­lah’tan bir şey istemeden döndükten sonra Cenâb-ı Hak bize rızkımızı gönderdi. İşimiz öyle düzeldi ki ensarın zenginlerinden olduk.”

Cenabı Hak sabrı, hiç sendelemeyen bir at, hedefini şaşırmayan bir kılıç, bozguna uğratılamayacak bir ordu ve yıkılamayacak/gedik açılamayacak bir kale mesabesinde yaratmıştır. Sabır ve yardım iki öz kardeş gibidir. Sabır kişiye, insanlardan daha fazla yardımı dokunan bir unsurdur. Zafere götüren yolda haiz olduğu konum, başın bedende haiz olduğu konum gibidir.[8]

Hz. Ömer şöyle demiştir: “En iyi hayat, sabırla yaşanan hayattır. Şayet sabır şekle bürünüp insan gibi olsaydı şerefli/saygın biri olurdu.”

Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh şöyle demiştir: “Sabır, sendelemeyecek bir binektir.”

Hasan-ı Basri rahimehullah şöyle demiştir: “Sabır, cennet hazinelerinden bir hazinedir. Cenabı Hak onu yalnız kendi katında değerli olan kimselere bahşeder.”

Ömer b. Abdulaziz rahimehullah anh şöyle demiştir: “Cenabı Hak kullarından birine verdiği nimeti geri alır da yerine ona sabrı bahşederse, muhakkak ki yerine koyduğu şey çekip aldığından daha hayırlıdır.”

Meymun b. Mihran rahimehullah şöyle demiştir: “Hiç kimse sabırdan daha hayırlı bir şeye nail olmamıştır.”

Süleyman b. Kasım rahimehullah şöyle demiştir: “Yapılan her amelin sevabı bilinir yalnız sabır müstesna. Cenabı Hak şöyle buyurmuştur: “Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10) devamla şöyle ekledi: “Boşalan su gibidir.”[9]

İbnul Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Bir insanın sabrı, şehevi arzularına ve (meşru olmayan) isteklerine üstün geliyorsa o kimse melekler kervanına katılmış demektir. Ancak şehevi arzuları ve (meşru olmayan) istekleri sabrından daha üstün geliyorsa o kimse şeytanlar kervanına katılmış demektir. Şayet yeme, içme ve cinsel dürtüleri sabrından daha üstün geliyorsa o kimse de hayvanlardan sayılır.

Katade şöyle dedi: Cenabı Hak meleklerini yarattı ve onlara akıl nimetini bahşetti. Ancak onları şehevi arzulardan yoksun kıldı. Hayvanları yarattı ve onlara şehevi hisler bahşetti. Ancak akıl nimetini onlara bahşetmedi. İnsanları ise hem akıllı hem de şehevi arzulara meyilli olarak yarattı. O halde her kimin aklı şehevi duygularını bastırırsa o meleklerle beraber olur. Ancak her kimin şehevi duyguları aklını ele geçirirse o hayvanlar gibi olur.”[10]

Sabır, Allah azze ve celle’nin emirlerine riayet edip onları hayata koymada, O’nun yasaklarından kaçınıp korunmada, müptela olunan bela ve musibet denizlerinden sahile ulaşmada yardımcı olacak bir dosttur.

Sabır, Müslümanı zillet bataklığından çıkarıp izzet pınarlarında serinletecek olan Rabbani bir eldir.

Sabır, şeytan ve dostlarının ölümcül vuruşlarından koruyan sağlam bir kalkandır.

Sabır, kulu Rabbine karşı sürekli itaate sürükleyen bir binektir.

Sabır, Ulul Azm peygamberlerin Kura’n-ı Kerim’de ön plana çıkarılan önemli kalbî amellerinden birisidir. “Azim ve kararlılık sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret.” (Ahkaf, 35)

Sabır, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ifade ettiği ziyadır. “… Sabır ziyadır…”[11]

Dünya hayatının imtihanını lehine çevirip ahiret hayatının cennet içerisinde gizlenmiş ihtişamından istifade etmek isteyenler sabır ağacının gölgesine sığınmalıdırlar.

Yusuf YILMAZ


[1] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâî, Zekât 85

[2] Riyazu’s Salihin Şerhi. Erkam Yayınları. Cilt 1

[3] Müslim, Fedail 56

[4] Darimi, Mukaddime

[5] Heysemi, x, 242

[6] Müslim, Fedâil, 57-58; Ahmed, III, 107-108; Vâkıdî, II, 854-855

[7] Riyazu’s Salihin Şerhi. Erkam Yayınları. Cilt 1

[8] Seyyid b. Hüseyin el Affani, Salahu’l Ümme. Sabır

[9] Sabredenler ve şükredenler, İbnu’l Kayyım

[10] Sabredenler ve şükredenler, İbnu’l Kayyım

[11] Müslim, Taharet 1

Show CommentsClose Comments

Leave a comment